Pazar

Hiçsizleşiyorsun

Sana bulutların üzerinden yeryüzüne fısıldayan ütopik bir kadının sesiyle merhabalaşmayı anlatmamı ister misin?

Sana sevişerek ölmeyi, azala azala ölmeyi, tensel dokunuşlardaki kozmik orgazmı anlatmamı ister misin?

-Santigrad- dedikleri bilim-içi, bilinç-dışı cehennemin varoluşunu kulaklarına fısıldarken uykuya dalarak yok olmayı ister misin?

Eğer İstersen elinden tutup seni adım adım uçurumun kenarına sürükleyebilirim, hem de sonsuz bir hazla. Sonra da hafifliği tarif edilmez o boşluğa itip, düşüşündeki muhteşemliğe şiirler yazabilirim.
Hadi gel benimle. Saçlarımdan savrulan rüzgara karışıp gözlerini kapayarak gel.
Çünkü bu cehennem tam da ikimize göre.



Bana gelirken:
Giderek acizleşen bir cüruf olacaksın. Giderek yok olan. Azala azala ölen. Hiç gibi ölen. Aynaya baktığında tedirginliğinle yenilmişliğin birbirine karışacak. Titremek sende artık üşümekten değil, korkularından olmaya başladığında bana bir adım atacaksın.

-Gel bebeğim, bu cehennemde hepimize yer var.

Arkanda bıraktıklarını düşünürken yanında olanlar seni bana daha da itecek. Çünkü ben; bitmeyen bir gece bırakacağım sana. İs kokulu, ıslak, kana bulanmış ve nefes nefese. Benim en güzel gecem olacak, sen zafer sarhoşu. Hatırlayacaksın: Bir adım daha.

-Gel bebeğim bu skor tablosu senin için

Kendinden miden bulanıyor, kaçmak istiyorsun. Kaçıp gittiğin yerlerden de miden bulanıyor, kalmak istiyorsun. Çünkü gittiğin her yer senin peşinden geliyor. Çünkü gölgelerin günah dolu. Sığınacak bir kuytu arıyorken beni görüyorsun. Bir deniz kızı gibi gülümsüyorum sana ve, bir adım daha.


Uyuyamıyorsun. Uyuyamıyorsun. Uyuyamıyorsun. Kendini sokan akrep gibi yine kendi yaralarını yalayıp hayatta kalmaya çalışırken bir ayak sesi geliyor uzaktan. Panik. Çünkü Elinde ateş var. Çünkü çok tehlikeli. Çünkü Cehennemi an be an yaşatacak, niyetli, belli. Ama tadını çıkarmak istiyor. Ne yapacağını bilmiyorsun. Bilmediğin her şey seni sona, seni bana daha da yaklaştırıyor. Ve bir adım daha.

-Gel bebeğim bu ateş çemberinin ateşi sensin.

İhtimaller teorileri, teoriler çözümleri üretiyor. Çözüm bulmaya çalışırken daha beter boka saplanıyorsun. Üstün başın pislik içinde. Kaçmak, kurtulmak artık zor biliyorsun. Sur düdüğünü üflüyorum. Ama kıyamet sadece senin için kopuyor. Sen yavaş yavaş yok olurken bende kayboluyorum. Ben kayboldukça sen beni aramaya başlıyorsun karanlıkta. Seni kendi vadime çekiyorum. Ayaklarıma kapanıyorsun. Senin olan her şeyi yakmak istiyorum. Yalvarırken seni affetmem için, yaktığım ateşte bir tek kendin yanmak istiyorsun. Ağlıyorsun. Gözlerini bağlıyorum. Ağlıyorsun. Ateşin çıtırtısı vücudunun zehrine karışıyor. Ağlıyorsun. "Beni affet" diye bağırıyorsun. "Beni affet!" Seni izliyorum. Ateşin önünde ki acizliğin tapınak böceklerini andırıyor. Zavallı sen. Ağlıyorsun.
Sonra seni azad ediyorum. Kendi ateşini yakan insanlar azad edilir. Arkamı dönüp gidiyorum. Bağırıyorsun. Dönüp bakmıyorum. Çünkü biliyorum: Bir günahkara verilecek en güzel ceza onu günahıyla baş başa bırakmaktır. Uzaktan sessizce ağlamanı seyrediyorum.

Günahkarlara böyle sonlar yakışır.






18.11.2013başlangıç







yalanların ıslığı



bu bir.

sütunların içinde uyuyan bebeklerin rüyalarını biriktiriyorum (etek uçlarıma)

susmaların gölgesi,

çok sesli.

hiçbir karanlık bu kadar kalabalık olmamalı halbuki.

yalanların ıslığı dudakları acıtmıyor.

kulaklarım yorgun.

eteklerimdeki taşlar,

sütunlar,

kayıp ruhlar ve bu ağır senfoni-

kimse böyle olmasını istemezdi bu rüyaları buraya kim koydu?

başa sarıyorum.

bu iki.
.
.
.

sütunları sayıyorum.

sütunların içinde uyuyan bebeklerin rüyalarını etek uçlarıma tutuşturuyorum.

yürürken;

kimin gölgesine bastığımı bilmeden,

kulaklarımı kapatıyorum.

bu üç.

süzülüş gibi gerçeğin içinde kendi kanatlarımın tüylerini koparmaktan hiç şikayet etmeden,

yeniden,

yeniden,

ve yeniden

sayfayı çeviriyorum.
.
.
.
bir dörtlüğün astarına yüzümü sürmenin kalem ucu acısı.

hiç.

şikayet.

etmeden.

yeniden.

beş, altı, yedi.

hiçbir karanlık bu kadar kalabalık olmamalı halbuki.





Sevim Demiröz


Toprak



hiçbir girdap kaybolmadı benim gibi kendi rüzgarında.

kış geldi,
yağmur düştü,
yerinden kimse kaldırmadı damlaları güneş kadar.
bir ışığın bir damlayı öldürmesini kim bu kadar umursar?


toprak: adını kimden aldın?

Tanrı'ya hep "beni koru" diye dua ettim.

Sonra bana zürriyeti mezarlıklardan devşirilmiş düşmanlar verdi ve kapımın önüne bağladı.
Kapıya kimse yaklaşamadı, bana da.

Doğrusu bu sürrealizmi beklemiyordum.

Dünyanın kabuğu bir yumurta gibi kırılırken rüyamı sarı bir kalemin boyasıyla yazdım.

Sulara hasret bıraktım düşmanlarımı, tüm pisliklere ellerini bulaştırdım.

7 kez And içtim, boynumda ikiz kolyem,

7 kez tekrarladım,

Sekiz, sonrasında bir şövalye olur dokuz,

On'da uyanacağım,

Susuz bıraktığım düşmanlarımı sularda bogmak için.



2019 son şiir, 2020 4 basamak...

Şimdi Hangi Kentin Umrundasın?

Salaş meyhanelerin ve köşe başlarında çöp yığınlarının olduğu sokaklardan geçerken gece yerini sabaha bırakıyordu. Gündoğumlarının değişmez ses öbekleri yavaş yavaş kentin üzerine çöktüğünde kaldırımdaki ayak seslerinden taşan yorgunluk; insan izlerinden daha fazla, gecenin yırtıcı kokusundan daha azdı. Köşede, çöp yığınlarının az ilerisinde durdu. Cebine acele ile sıkıştırdığı sigara paketini çıkardı. Çakmağını bulabilmek için ceplerini yoklarken elinin üzerindeki canı yakmasa da içini kemiren kesiğe gözü takılınca parmak izlerinin arasına yerleştikten sonra toz gibi dağılan üflesen uçacak ruhuyla darmadağın oldu. Evden öfkeyle çıktığı zaman dilimini anımsamak istemiyordu. Elinin üzerindeki kesik izi, gitme isteğini kaybettirmeye yetmişti. Ruhunun haritalarını andıran eprimiş bileti yırtıp köşe başındaki çöp yığınlarının arasına fırlattı.

Okunaklı görünen hayatların karanlık sokaklarında kaybolan insanlara ait olan ve onları bilinmezliğe hapseden kaçınılmaz his, kalabalıkları eşitliyordu. Tek sıra olmasa da her halükarda insansoyunu eşitleyen, yavaşlatan, belki durduran bu ağır senfoni hangi orkestra şefinin melodisi bilinmez, ancak tabiat; topuk sesleri ile dilenci seslerini aynı sahnede insan sunumuna açan, zihin yelpazesini hoş bir esinti adına gözler önüne seren bu renkli tabloyu bazen karanlık bir odaya hapseder. Adam da bu karanlık odada kendi renklerini bulabilmek için ruhunun ardiyesini karıştırmaya başladı. Bazı mahzenlerin karanlıkları paha biçilmez şarapları kendinde daha da eşsizleştirirken, içinde rutubetli acılar birikmiş mahzenlerde saklanan çürümeye yüz tutmuş küflü bir benlik için karanlık iç bulandırıcı hazin bir son yolculuktan öteye geçemeyecektir çünkü, karanlık damıtılmaz. Ancak ona teslim edilen labirentlerin duvarlarından yükselen ayak sesleridir kulağa küpe, ruha hediye olan. Karanlığın yakasına taktığı eşsiz bir bronş, mührünün değerini yine karanlıktan yani kendinden alır. Oysa küflü benliklerin labirentlerinde, kulağı tırmalarken ruhu buruşturup iğne deliğinden geçiren sürtünme sesi, koyu karanlıklardan taşan içsel bir yakarış ve isyan vardır. Köklü olmayan acının kalıntısını her yere taşıyan bu insanların azıklarından çıkan en değerli hazineler bile kurtlanmıştır.

Çakmağını bulduktan sonra sigarasına can verdi. İlk nefesi sigarayı yutarcasına çekerken avurtları içine göçse de başını yukarı kaldırıp hınçla üflediğinde bu görüntü hemen kaybolunca yüzü yine eski görüntüsünü aldı. Bu sırada birazdan şehrin kalabalıkları ile dolacak boş caddenin asırlık binalarına ait büyük bir pencerenin arkasında bir kadının kendisini seyrettiğini görünce yüzünü çevirdi. Sonra, hızlı adımlarla gideceği yönün tersine yürümeye başladı. Ona eşlik eden sigarası parmaklarının ucunda ağır ağır sönerken adımları, karşısından gelen insanlara çarpıp geçecek kadar öfkeliydi. Böylelikle, bu öfkeli adımların onu boş caddenin trafik ışıklı yollarında yürüttürdüğünü de fark ettirmedi. Kendisine yenilmişti. Öfkeli adımlarını sonlandıran kısa fren sesi ve yıkılışından yükselen ağır, tok, oktavı dikkat çekici düşüş ile birlikle yerkürenin üzerine serildiğinde cılız da olsa yanmakta olan sigaranın kendisinden akan kan ile sönmesi onun gözlerinde kalan son görüntü oldu.
Bir kadın pencereden onu seyrediyordu.

Beton

Paspas gibi simsiyah bulutlar.

Gökyüzünün kapısını kilitliyorlar.


-ano-

Yerkürenin kabuklaşan teni,
Beton,
Dünyanın saçlarıyla düelloya girdi.
Toprak yok,
Sadece ölümüne ramak kalmış geceyle gündüzün kalp ritmi.

Bir kadın kent mazgallarından arp yapıyor. 


Gezegenin çocukluk fotoğrafları,

Mavi, yeşil ve yanıp tutuşan kaya tozları.

Alevi besle,

Bir adam bakır kızılı gökyüzüne baltasıyla vuruyor.

Kâinat denilen çadırın tam ortasında

Çürümüş ağaç dallarına kurulan diken telli salıncaklar,

Ve Yeraltında uluyan solucanlar var.

Toprak yok,

ve insan dediğin binbir başlı hayvan-

ve ölümden başka hiçbir miras bırakmayan-

ve kuru otların arasından sivrilen mermer taşları-

ve hâlâ vakit olduğu için, içi toprakla doldurulan.

Alevi besle,

Güneşin Albino kardeşi: Ay

Perdenin arkasından yüzünü gösteriyor.


-mono-
Işık,
Ateş,
Silah,
Çığlık,  

Binlerce kemirgen ellerden binlerce imza, toprağın yüzünü neşterle parçalayıp mayın döşüyor.
-efsunlu bir ses,
-kafesli bir sis,
-görünmez bir kahin; 
Acıdan sersemleşen sürüngenlerin dilleri artık koku almıyor.
Ama güneşin köpüren yüzü,
Ve umut var hâlâ,
Öldürmek için tüm kötü ruhları
Gökyüzünden aşağı giyotini salladığında:

Anahtar paspasın altında. Unutma.


Sevim Demiröz 





Yabancı ve Ben




Gözlerimin izin verdiği kadarıyla uzaklarda sıralanmış dağları ve o dağların kıyılarına konumlandırılmış, kuş bakışı mesafede yanan kibritleri andıran evlerin ışıklarını seyrederken kapıdan içeri girdi.
Selam sabah yok. Sadece mutfak bünyesine zimmetli birkaç materyalin yerini öğrenmek için, birkaç önemsiz soru. Manzarama geri döndüm. Odasına çekildi. İki kişilik yalnızlığın tablosu o an, o evin içinde resimlendi.

Renklerini ben seçmedim.

Sisler, dağların üzerinde gezintiye çıkmışken ellerimin üşüdüğünü hissettim. Ellerim üşüyor sadece, ev sıcak, ellerim, bütün bünye reaksionlarımla inatlaşır gibi üşüyor. Bunun için kendime kızmıyorum, ellerim üşümesin diye kendime sarılıyorum.

Ellerini bahçeye dikenlerden sonra, uzanıp kendi yanaklarını öpenlerden sonra, kendine sarılanların arasındayken bile ellerim üşüyor. Bunun için şiirlere kızmıyorum.

Bir kahve yapıp penceremin önüne, dağların sisle kaplanmış, aralarında belli belirsiz görünen küçük ışıkların karşısına oturuyorum. Varlığımdan görebildikleri ışık kadar haberdar olan evlerin karşısına. Varlıklarından görebildiğim ışık kadar haberdarım. Sabah olduğunda ortak ışığımızın altında birbirimizi unutarak geçireceğimiz günlerimiz, biraz da yokluk değil midir? Unutmayı yokluğa dahil edelim. Unutuşları yokoluşlarla eşitleyip hatıra defretlerinin en okunaklı yerlerinden başlayalım silmeye, yerine belki yenileri yazılır diye. Belli-ki tek defterlik ömrümüzde ıskalamaktan tükenen kalemleri, silmekten eprimiş defterleri, yazmaktan üşüyen elleri ve en çok kendimizi tüketip öyle çıkacağız sonsuzluk yollarına. Haritasız, tek çizgi dahi atılmayan bir yolda azık diye tabir edilen küçük bir bez parçasında kendimi düşünüyorum. Ne elem, Ne de neşe, kocaman bir hiçliğin içindeymişçesine rahat, geniş, konforlu ancak hissiz bir yakarış gibi duruyorum o küçük bez parçasının içinde. Kendi yoluma, yoldaşlığıma sevinip, defteri ve kalemi kucağıma alıyorum. Sanki birazdan bir leylek gelecek ve beni bilmediğim diyarlara götürecek. Bu çocukluktan kalma sürrealizm nereden geldi bilmiyorum.

'Dökmeye niyetim yok içimi, zor sığdırdım zaten' demiş şair,
İçimi dökmeye niyetlenmiyorum.
Doğrusunu söylemek gerekirse
bu yorgunlukla çok önceden tanışıyorum.

Sabah olmaya yakın, ay karanlığının nazlıca sunduğu ışığı kaybolurken ve güneşin kendinden önce ayak sesi misali aydınlığı gökyüzünden yeryüzüne yavaş, usul, hiç acelesi yokmuş gibi düşerken uyurum. Daha çok vaktim var. Üst kattaki tanıdık yabancının, hiç tanışılmadığı için değil, sonradan unutulduğu için yabancılaşan yabancının varlığını da unutmaya çabalarayak uyurum.
Karşımda, çok uzaklarda, akşam saatleri göz aşinalığıyla ışığını gördüğüm küçük evler yavaş yavaş karanlıkla buluşurken uyurum. Daha çok vaktim var, daha ellerimi ısıtacağım.

Ellerimi yazılarıma gömüyorum.







Zamanın Kumbarası

Bir insanın öleceğini biliyorsan ve o insana bunu söylemiyorsan,
Aldığın her nefeste sessizliği yutmuş sayılırsın ki bu özdeş, ömrünün sonuna kadar yakanı bırakmaz. Bazıları fısıldar, sesi duyulmasa da başkaları yankılandırır,
Bazıları bağırır asla görüntüden öteye geçemez.

Zamanın sistemi, en dokunaklı anlarda susmayı tercih edenlerin seslerini onlardan alır.

Zamanın, içi seslerle dolu kumbarası var,
Ve bu kumbara gerçeği susanların seslerini kendi elleriyle bağışlamasıyla dolar.

Bu Çok Uzun Bir Hikaye

taşlar fırlatılıyor. bir kayık nehrin üzerinden yürürken ağladığının farkında değil. sular dökülmüyor. kıyıdaki çiçeklerin hepsi solmuş ve tabutların kapağı açık unutulmuş.
bütün mezarlar neden boş?

bir ağaç kurumuş, dallarında kemikler asılı. pencerenin önünde savaş var. kemikleri kutulara dolduruyorlar. sular dökülmüyor. ağlayan hep asfalt üzerinde sürüklenen vücutlar. bir kitabın sayfasından sürünerek dışarı çıkıyorum. herkes kaçıyor. ezilmemek için tekrar kitaba sığınıyorum, beni tanımıyor. bütün sayfalar neden boş?

ruhumda siren sesleri. içi boşaltılmış tüm odaların duvarlarında kadınlar çığlık atıyor. çocuklar anneleriyle birlikte hapishane koridorlarında koşuyor. sular dökülmüyor. pilli radyoda kuş sesleri. bir adam kuşların yuvasını bozuyor. ağzımın içinde gölgeler. ölümün uykusu aynada yansıyan seslere karışıyor. kontrolsüz ve serseri bir karanlık var dışarıda. yıldızlar paslanıyor.

soluyacağım kaç nefesim kaldı kim bilir?
dünya neden dönüyor hiçbir fikrim yok
ama dökülmeyen  bütün sular müttefikimdir.

bir kadın perdeyi kapatıyor.


Sevim Demiröz

Serzeniş



Hayata olan aşkımdan mıydı?

Yoksa sancımdan mı? bilemiyorum

Gecelerce kağıt-kalem yeyip, mürekkep içtim

Buydu beni sarhoş eden belki de (senin için) ....


Ucuz bir karanlığa bırakıyorum şimdi hayallerimi,

Ansızın ve öylesine.

Beklemiyorum artık bayram günlerini.

Kutlamıyorum resmi gayr resmi hiçbir serüveni.

Ve son sözü yine ben söylüyorum hayata!

Son söz, önsöz'den daha kısa;


'Alabileceğini aldığını zannediyorsun sen hayat!

Oysa ben, sedece bir yaramı göstermiştim sana.'

























Sevim Demiröz

Ömrüm Bir Cezayir Menekşesi

ne sen peygambersin
ne ben çiçeği.


ömrüm bir cezayir menekşesi...





Haberin Yok



Akışına bırakmadım
Oldurmaya da çalışmadım
Vazgeçtim ..


SEVİM DEMİRÖZ

nihil

sırtım dönük.
sizi görmüyorum.
sadece konuştuklarınız ruhuma çarpıyor.
ruhuma çarpmayın. sizi görmüyorum.
sizi tanımıyorum.
hiçbirinizi tanımıyorum.
ben toplum değilim.
çoğalmak istemiyorum.
bedenimi paylaşmak istemiyorum.
toplum olmak...
sırtım size dönük.
kimliğimi alın.
istemiyorum.
ve konuşmayın
(d)uyuyorum 

Sevim Demiröz 









Adsızlar

-Birgün evde otururken kapı çaldı. Baktım, tanımadığım biri dikiliyor.

"Kimsiniz" dedim
"Aç kapıyı" dedi
"Kime bakmıştınız, ne istiyorsunuz" dedim
"Bize gelme, sen bizi kıskanıyorsun" dedi.

Kapadım pencereyi.

Arayış





Ömrümü uzatır içimdeki kestirme yollar

Kime dönsem yüzümü karanlık

ve bütün virajlar yeni bir yalnızlık!





Sevim Demiröz

Kaçak






Kaçak
Birikiyorum.
Ceplerime doldurduğum mayın tarlalarından
acılarımı derliyorum.

Kaçırdığım ne varsa sana dair hepsini azık ediyorum,
birkaçına yazık.
"bir günah gibi, gizledim seni"
Bulamıyorum.

Derme çatma kaşlarının altında gizlenen denizde
yosun tutmaya yüz tutmuş
sarfedilmemekten zayi
anlayana hicaz cümleler..
Dinlemeye kıyamıyorum..


Sevgilim;
Yüzümün astarına gömülü cennetim!
Terzi kendi söküğünü dikemezmiş biliyorum.
Ama vakit dar! (ağacına salıncak kurmuş)
O yüzden,
Yarısı yaşanmış bir ömürden arta kalanlarla
Sırasıyla;
Seni saklama çabasıyla yüzüme gözüme iliştirdiğim yalanlardan tut da
Mavisine dolandığım gözlerindeki labirentime varana kadar
Ve aynadaki sana gelme telaşım..

Hepsiden özür diliyorum.


(bir-de şiirimin mermisine barut koyabilsem.)



SEVİM DEMİRÖZ

Başkasının Aynası Kişiye Zül

Ayna, bakılası ayna
Seyredilesi değil.
Ayna derken,
Boyut içindeki boyuttan bahsederken 
Görülenin, yansıyanın, ışığın, rengin tekelliğinden çoğulculuğuna geçişteki varoluşun dayanağından, yalnız olmadığından, doğruluğunun da somuttan soyuta şahitliğinden bahsetmek istemiştim.

Düşümde ve düşüncemde kara delik misali aynalar yoktu. Bu benim düşselliğim değil.

Değil mi ki olanı aynadan alıp kendine dahil etmek yokluğun diğer adı.

Değil mi ki gösterilen ayna uyandırmak içindi; ama şimdi sentetik varlığa teslim edildi.

Değil mi ki başkasının aynası seni senden alan...

Ayna yetmedi.
Ayna narsist değildi; şahitlik içindi.
Nehirde ilk kendini gören adam, kendine hayranlığını değil, gerçekliğini buldu aynada. O kendine değil, gerçeğine tutkundu, o hikaye yanlış okundu.

Diğer tüm hikayeler gibi.

Sevim Demiröz

11.03.2020











Eserin tüm hakları bana aittir. İsimsiz ya da kişiselleştirilmiş eserlerimle karşılaşırsanız lütfen haberdar ediniz.

Syg 

ANNEM'e






Önce saçlarım yaşlandı

Yüzümde muamma yılların bin asırlık hüznü

Hüznüm yokluğunun doğum günü hatırası.

Öğrendiklerimle çoğalıyorum

Eritiyorum zamanı bilmediklerimle-

Ama nafile

çünkü ben hala -de -da larla ip atlıyorum.

Şair söyledi ben anlamadım

çocukmuş hala bir yanım

Oysa aynı şairden duydum

'Kirpiklerinin Tanrı'nın eli' olduğunu.




Peki benim ellerim kimin?




Yüzümde muamma bir istimlak sahası,

doğum gününü kutlayamadığım kadına ait

yine aynı kadının ismi,

dudaklarımdan yıllardır duyulmayan

ıslığımın iplerine dolanmış

hınzır bir gülüşün kuru hikayesi.

Saçlarım diyorum;

Annemin doğum günü hediyesi.





Sevim Demiröz

Hüzün Duası



Tanrı'ya açtığım avuçlarıma düşüyor yüzün
Hüznümde küçücük bir tebessüm.
.
.

İçinde okyanus kokusu,
İçinde yosun,
İçinde bütün coğrafyaların mavisini barındıran
Kıyısına düşmeden sandalımı demirlediğim rotasız bir yoldu
Yüzün,
Gözün…


Tanrı'ya açtığım avuçlarıma düşüyor hüznün.


Attığın adımları sayıyorum... Gelişin...
Attığın adımları seviyorum.
Ömrümü katmerleyen merdivenlerimde duruyorken ayak izlerin,
Bir kokun vardı uyandığımda başucumda
Birde saçlarımda parmak izlerin.


Seni beklediğim takvim yapraklarına düşüyor hüznüm.


Şimdi kapısını kilitlediğim bir odanın anahtarını saklıyorum en ücralara
Gidişin…
Akla zarar sabahlar biriktiriyorum
Belki bir gün gelirsin diye ucu ucuna cümleler iliştiriyorum,
Sana,
Şairinde dediği gibi;
"İğne atsan yere düşmez tenhalarımda"
.
.

Tanrıya açtığım avuçlarıma düşüyor yüzün
Hüznümde gelişini bekleyen bir tebessüm..





SEVİM DEMİRÖZ

Burası Neresi?


Devrin müritlerinden şiir dinleyerek suladım beynimin zarını.
Dilinin altında yılan yuvası kuşlarla tanıştım.
Adımı geç,
Soluna dön,
Gölgeni tara!
Budanmamış bahçelere el sallarken-bastığım yerleri toprak deyip geçmedim;
Tanıdım.

Körler ülkesinde gözleri görenlerle tanıştım.
Beni görebilselerdi daha memnun olabilirlerdi belki.
Bilmiyordum sadece aynalara baktıklarında perdelerinin aralandığını.
Ama Umursamadım.
Onlar için bataklığa saplanmış birkaç engerek avladıktan sonra,
Tanıştığıma memnun oldum ve oradan ayrıldım.

Ayçiçek tarlalarında koşmak kim bilir ne güzeldir?
Bu cümle şimdilik burada kalsın.

Devin yavrum devin!
An değil mi sonrasında kamburu çıkacak olan,
Sen söylemiştin.
Şimdi bana eskimeyen bir şey söyle-
sana bildiğim tüm masallarımı hediye edeyim.
Bana yok olmayan bir şey söyle; hemen,
Senin için bir şiir de ben öldüreyim.
Yuvarlanıyoruz yedi basamaklı bir merdivenin başından sonuna,
Ama sen bunlara aldırma.
Yüzünü yana devir,
Göz kapaklarının altındaki yaşları aşağıya indir.
Ve son bir iyilik yap bana,
Elimi hiç bırakma.

Yol bu, yürürken iz ister-
toz ister, sus ister, konuş ister, küs ister...
Hiç eğip bükmeyeyim lafı,
Yol, en çok yüründüğünde bir adımın diğerine devir teslimini ister.
Durmak istersen bunu hatırla.
Çünkü Meczubun haritasını çalmışlar.
Başını ellerinin arasına almış ağlarken gördüm onu,
Dedi ki;
'Ayaklarımı çalsalardı bu kadar üzülmezdim belki,
Beni şimdi hangi su paklasın,
Hangi renk süslesin,
Bul getir bana onu çalan elleri.'
Duydun mu üstat?
Senin de ayaklarını çalmışlardı zamanında,
Çelmelerle,

Kaydıraklı laf aralarında.
...
Kıyıya vurması için okyanusa fırlatılan şişeler gibiyiz,
Hep dalgakıranlara denk gelişimiz belki de bundan.
Ayaklar baş,
Haritalar kayıp,
Ve zabıtalar daha tok ülkemin şair adamlarından.

Bu ekmeği kanla kim suladıysa yerden o kaldırsın.

And içtim zerre merhamet etmeyeceğim.
O kayıp haritaların,
O meczup ağlamalarının,
Ve o şair dizelerindeki;
'senin,
En çok senin,
En çok senin ellerinin,'
Seni bende kayıplara karıştıran ellerin,
Avuçlarına ayçiçeği dikeceğim.

Meczubun haritalarını çalmışlar sevgilim;

Hicazkar makamda,
Şişelerin arasında bir dalgakıran boşluğu.
...

Sevim Demiröz 

Pazar

"Kötüler kendilerine tahammül edemedikçe daha çok azarlar"




Hayatımda tanıdığım en korkunç insandı: İnançsız, sevgisiz ve çirkin. Fakat bunlardan daha korkunç bir şey vardı, o da;
onun çirkinliğinin sadece fiziksel olmaması...

...
Fiziksel yorgunluk değil,
Ruhani dermansızlıktı onunkisi*


Hiç ihtiyacı olmadığı halde hırsızlık yapardı. Gözlük, saat, taşlı yüzükler, bazen para, bazen tek dal bile olsa -hiç kullanamadığı halde- sigara. Hırsızlık yapmak onun için intikam almaktı. Karşısındakini alt ettiğini düşünür, gevrek gevrek güler, sonrada orgazm olmuşçasına keyiflenirdi. Bazen zor duruma düştüğü, yüksek korumalı güvenlik duvarlarına takıldığı oluyordu. Öyle zamanlarda kuduz bir köpek gibi öfkesini kamufle etmeye çalışarak coşkulu bir hal alıyor, ses tonuyla bulunduğu atmosferi yerkürenin en çekilmez yerine çeviriyordu. Gizlice onu seyrederken gördüğüm yüz şekli, cehennemin irin dolu deresi gibi (mide bulandıran minvalde) olduğu için o manzarayı anlatmayacağım. 
'Zaman dediğimiz o yüce kavram, öyle bir bünyeyi içinde barındırdığı için utanıyor olmalı' desem anlarsınız sanırım.

Birgün, hiçbir şey çalamadığı zamanların birinde, gizlice, insanların telefon rehberini karıştırıp bir yerlere not aldığını fark ettim: Sonra da onlarla arkadaş olmayı denediğini. Dedim ya; ruhani dermansızlıktı onunkisi. 
Sonra işleri büyüttü, bilgi çalmaya başladı. Para edecek bilgiler. Banka hesap şifreleri, dijital cumhuriyet içinde yer alan e-mail bahçeleri ve benzeri şeyler...
Birkaç defa satır-arası ikaz etmeye çalıştım ama anladığını sanmıyorum. Aslına bakarsanız, anlasa dahi bu yaptığı şeyi gözünüzün içine baka baka yapabilecek kıvamda akışkanlaşmıştı artık. Özellikle son dönemde onu durduracak bir şey olduğunu sanmıyor(d)um. Zaten böyle insanları durduramazdınız. Ters şeritte, son sürat, frene hiç dokunmadan, deli dehşetinde bir hayat yaşarlar. Hiç labirentlerde dolandırmayayım lafı: Yazarın da dediği gibi: "Kötüler kendilerine tahammül edemedikçe daha çok azarlar"

Sevim Demiröz

Çarşamba

BİR YUDUM KİTAP VE ANLATAN ELLER

BİR YUDUM KİTAP VE ANLATAN ELLER



Bir Yudum Kitap ve Anlatan Eller birleşimi HABERİN VAR MI? yazımı TİD anlatımı ile işitme engelli arkadaşlarımız için uyarlamışlar. Nasıl güzel insanlar. Emeklerini çok takdir ediyorum. Lütfen paylaşın ve hiç karşılık beklemeden  böyle sosyal projeler yapan arkadaşlarımıza destek olun.

Mutluluğumu anlatmaya gerek yok sanırım, onu zaten tahmin etmişsinizdir :)



Haberin Var mı? TİD anlatımı için link ve videoları kullanabilirsiniz.



Sevgiler...


Sevim Demiröz